Daha önce de yazmıştım, bir daha anlatacağım. Bundan bir süre önce Ak Partiye gönül vermiş bir arkadaşla konuşuyorduk. Söz dönüp dolaşıp Ak Parti Fethiye adayının kim olacağı üzerine geldi. Turhan Kovancı ismi ortaya atıldı. Arkadaş hemen itiraz etti : "Turhan Bey iyi adamdır, çalışkandır, tecrübelidir ama Karaçulhalı, köylü. Biz Tuzla mahallesindeki seçmene bunu nasıl anlatırız". Benzer tartışmaları işitiriz, karşı tarafın seçmeninin oyunu alabilmek için ona yakın görünen bir aday bulalım diye arayıp dururlar.
Kanımızca bu yöntem son derece sakıncalıdır. Bunu anlayabilmek için seçenin siyasi tercihlerinin nasıl oluştuğunu bilmek gerekir. Dünyamız bir değişim geçiriyor. Kapitalizm ve onun ürünü olan emperyalizm git gide güç kaybediyor. Giderek üretim ve ticaretin egemen olduğu, dolar egemenliğinin son bulduğu çok kutuplu bir dünyaya doğru gidiyoruz. Pek tabidir ki Türkiye de bu gelişmeden ayrı kalamayacak. Bir takım sosyal sınıflar gücünü kaybedecek, diğerleri onların yerini alacak.
Tarihimize bakarsak emperyalizmin ülkemize el atması 19 yüzyıl başlarında ilk olarak gerçekleşti. Osmanlı devletinin zayıflığından yararlanan Batılılar borçlandırarak devleti ele geçirdiler. İçeride kendilerine yardımcı olabilecek insanları bulmakta zorlanmadılar. Bir kısım aydın devletin güçsüzleşmesinin tek nedeninin İslam dini olduğu düşüncesindeydi. Onlara göre Batılılara benzersek herşey güllük gülistanlık olacaktı. İşte bu Tanzimat aydınları devleti ele geçirdiler. Yönetimde oldukları için zenginleştiler ve güçlendiler. Giderek Türkiye'de iki ayrı toplumsal sınıf oluştu; yönetici, okur yazar, Batı yanlısı varlıklı sınıf ile bunun karşısındaki milli ve manevi değerlere başlı yoksul Türk halkı.
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte bu ayrılık daha da derinleşip, kemikleşti. 1923 te toplanan İzmir İktisat Kongresinde kalkınmak için "teşebbüs-ü şahsi" , yani özel teşebbüsün, yani kapitalizmin gerekli olduğu kararı alınmıştı. Ancak bir sorun vardı, Türkiye'de sermaye birikimi oluşmamış, dolayısıyla kapitalizm de gelişmemişti. Bu aşamadan sonra gelişme olasılığı da yoktu. Bu soruna ilginç bir çözüm bulundu, devlete yakın bir kısım şahıslar devlet eliyle zengin edilecek, böylece kapitalizm gelişecekti. Bunun sonunda devlet eliyle beslenmeye alışmış, üretmeyen, yabancıların komisyoncusu, asalak bir kapitalist sınıf ve buna destek olan bir bürokrasi oluştu.
Bu oluşum 20 yüzyıl sonlarına kadar gücünü korudu. Ancak Türk halkı doğru önderliğin de katkısıyla giderek zenginleşti. Sermaye yavaş yavaş milli ve manevi değerlere bağlı halk çoğunluğunun ve onun içinden çıkan siyasi örgütlerin egemenliğine girdi. İşte şu anda yaşadığımız siyasi çalkantılar bu iki sınıfın arasındaki çatışmadan ileri gelmektedir.
Genellikle kendini CHP ve "sol" örgütlerde temsil eden Batıcı sermaye çevreleri ile geniş bir halk çoğunluğunun bağrından çıkan milli ve yerli sermaye, ki kendisini Cumhur İttifakı çerçevesinde temsil ediyor, bir yarış içindedirler. Batıcılar iki yüz yıldır tutundukları mevzilerini kaybetmemek için, milli sermaye ise yeni mevziler kazanmak için koşup durmaktadır.
Bu arada giderek mevzi kaybeden Batıcı kesim çareyi kendi içine kapanmakta, bir kısım gettolarda savunmaya çekilmekte ve kültürel varlığını her ne bahasına olursa olsun sürdürerek toplum olarak ayakta kalmaya çalışmaktadır. Muhalefete mensup belediyelerin konser, heykel, konferans gibi etkinlikler dışında fazla bir çalışma göstermeyişini de bu nedene bağlamak gerekir.
Bunun en çarpıcı örneğini İstanbul Belediyesinde görmekteyiz. Başkan İmamoğlu "temel atmama töreni" tertip edecek kadar pervasız. Kendisine en çok ihtiyaç duyulan anlarda tatile çıkıyor. Bir insanın bu kadar beceriksiz olacağını düşünmek biraz zor. Bunları bilinçli olarak yapıyor, gerilimi yükselterek kendisine bağlı kitleyi sürekli oyunun içinde tutuyor.
Partilerin aldığı oy oranlarına da bakarsak yıllardır değişmeyen bir oran görüyoruz. CHP ve "sol" müttefikleri %25+%10 bandında sürüklenirken, karşısındaki partiler toplam %60-%65 bandında oy alıyor. Muğla'da ise bu oran tersine dönüyor. Bodrum, Marmaris gibi varlıklı, Batıcı kesimden göç alan ilçelerin de katkısıyla CHP ve yandaşlarının oy oranı %50 leri aşıyor. Cumhur ittifakı ise %40 ları aşmakta zorlanıyor.
Muğlalı siyasetçiler başta Ak Parti olmak üzere Cumhur ittifakının başarısızlığını yıllardır örgütsel nedenlere başlıyorlar. Onlara göre şu şahıs, bu şahıs kavgası işin özünü oluşturuyor. Evet, olabilir, örgütün başarısızlığı bir katkıdır, ama belirleyici değildir. Şimdi ise başka çözüm bulmuşlar; muhalefetteki siyasetçilere benzer kişileri, hatta o partilere üyelikleri bile halen yürürlükte olan bazılarını yetkili makamlara getirirsek muhalefet Cumhur ittifakına oy verir diyorlar. Hadi hayırlısı.