Şimdiye kadar ülkemizde yapılan seçimlerde Türkiye'yi hangi siyasi partilerin yöneteceği oylanırdı. Sonunda bunlardan biri veya birkaçı başa geçer ve işleri yürütebildiği kadar götürürdü. Sonra başka seçimler olur, vatandaşın beğendiği iktidar göreve devam eder, beğenilmeyen iktidar ise yenisiyle değiştirilirdi. 1945'ten başlarsak o tarihlerde dünyada iki siyasi sistem vardı, bir tanesi bizim de içinde olduğumuz Batı bloku, diğeri Doğu bloku, yani komünistler. Türk siyasetçilerinin Batı blokundan çıkmak gibi bir talepleri yoktu, zaten olsaydı bile yaşayamazlardı. Bütün tartışma ülkeyi kimin yöneteceği üzerine kuruluydu.
Sistem kendini garanti etmenin süpabını da bulmuştu. Birileri yoldan çıkma eğilimi gösterdi mi hemen darbeci generaller göreve çağırılıyor, ortalığı bir hizaya soktuktan sonra meydandan çekiliyorlardı. Bu işler 2000 li yıllara kadar devam etti. Batı bloku karşısında komünist olmayan farklı bir rakip blok oluştu. Türkiye'de de Ak Parti hükümetinin 2002 de iktidara gelmesiyle birlikte ülkenin durması gereken yer sorgulanmaya başladı. Son iki yılda ise sitemlerin farklılaşması iyice belirginleşti. Bir tarafta üzerinde istediği oynadığı dolarlarla tüm dünyayı kendisine bağlı kılan ABD ve Batı, diğer tarafta ise dolardan bağımsız bir ekonomik sistem kurmak isteyen ve başta Çin, Rusya, Hindistan, İran ve bazı diğer ülkelerin oluşturduğu ülkeler grubu bulunmakta.
İşte 14 Mayıs'ta halkımız Erdoğan, Kılıçdaroğlu, İnce veya Ogan arasında bir seçim yapmaktan çok, Türkiye doların kölesi bir uydu ülke olarak mı kalacak, yoksa bağımsızlık yolunda hızlı adımlarla ilerleyişini sürdürecek mi konusunda oylama yapacak.Kavganın niteliği bu kadar açık olunca taraflar da belli oluyor. Bir tarafta bağımsız Türkiye yanlıları, onların karşısında da Türkiye'nin Batıya bağımlı siyasetini devam ettirip ondan nemalanmayı uygun gören siyasi ekipler. Hatta bu siyasi ekipler o kadar ileri gidiyor ki ülkemize savaş açmış PKK ve PYD gibi örgütleri açıkça desteklemekten çekinmiyorlar. Özetle biz bir kurtuluş savaşı veriyoruz. Bir tarafta Türk Milleti, karşısında ise Batı ve içimizdeki işbirlikçileri. Gazamız mübarek ola.
Seçimleri büyük bir olasılıkla Cumhur İttifakı ve Erdoğan kazanacak. Türk milleti sevinecek, Batılı emperyalistler ağlayıp dövünecek. Çünkü artık bunun dönüşü olmayacak. Dünya kimseye kalmaz, yarın Erdoğan gider, yerine başkası gelir, ama bu seçimler dolara dayalı sömürü sisteminin bir daha geri dönemeyeceği bir kavşağı geçmemize yardımcı olacak. Kemal Kılıçdaroğlu biraz üzülecek, sonra "of be, dünya varmış. Ya bir de cumhurbaşkanı seçilseydim, ne yapacaktım ben, çok şükür kurtulduk bu işten" deyip siyasetten emekliliğini isteyecek, eşi Selvi Hanım ile birlikte bir turistik geziye çıkacak. Herşey Büyük Türkiye hedefine uygun bir biçimde yürümeye devam edecek. PKK-PYD terör örgütünde ise isyan çıkacak, biz bu işi beceremedik diyen gençler başlarındaki dinozorları kovarak yönetimi ele alacaklar. Büyük bir olasılıkla Türkiye ile uzlaşma yolunu seçecekler.
Kazara Kılıçdaroğlu seçilirse bizim beklentimiz biraz farklı. Çoğu kimse onun yönetimde başarısız olacağını düşünüyor. Biz farklı düşünüyoruz. Kemal Bey'in Türkiye'yi yönetmek gibi bir derdi yok zaten, o söylenilenleri yapacak. Temmuzda emeklilere 15 bin kesin verilir. Memur maaşları büyük oranda artar. Devletin elindeki bütün varlıklar birkaç ay içinde vatandaşa dağıtılır. Bu arada yatırımlar durur, tüm projeler aksar. Ancak bunların etkisinin görülmesi bir yılı bulur. Oluşan bu suni bolluk ortamında önce yargı, silahlı kuvvetler ve emniyet güçlerinden başlamak üzere bütün kadrolar PKK-FETÖ yanlıları ile doldurulur. Başsız kalan devlet Güney Doğudaki bütün kapıları teröristlere açar. Olabilecek ufak çaplı çatışmalar etkisiz kalır. Fazla zorlama olursa Yunanistan, Dedeağaçta bekleyen ABD askerleri barışı korumak maskesi altında yurdumuzu işgal ederler. Türkiye yıllar boyu sürecek bir karanlığa gömülür.
Bu süreç içinde halktan fazla bir tepki gelmeyeceği için emperyalistler işlerini kolayca yürütürler. Bunun tersini de düşünmek mümkün; kendilerini silahlarını PKK ve FETÖ'ye teslim etmesi söylenip daha sonra da tutuklanarak kamplara gönderilmek istenilen emniyet güçlerimiz, devlet kadrolarımız bu emre uymamakta direnirse ne olur? İşte o zaman curcuna kopar, neyin ne olacağı belli olmaz. Ben Kılıçdaroğlu'nun yerinde olsam tez elden bir siyasi hata daha yapar ve seçilme şansımı sıfıra indirir, böylelikle hem kendimi, hem de yurdumu sonu belirsiz bir maceraya atmaktan çekinirdim.