Suriye'den söz ederken Irak'ı unutmak olmaz. Bu her iki devlet de Arap yarımadasındaki diğer devletçikler gibi 1916 yılında İngiliz ajanı Bayan Gertrude Bell adlı şahsın bir gece viskiyi fazlaca çektikten sonra çizdiği sözde haritalara göre kurulmuştur. Günümüzde bir Suriye ulusundan söz etmek mümkün olmadığı gibi Irak ulusu diye bir millet yoktur. Şu an Irak'ın kuzey bölgesinde Kürdistan özerk yönetimi kurulmuş, ayrı ordusu ve devlet örgütü ile birlikte Irak'a bağlı görünmekle beraber bir çeşit bağımsız ulus devlet halini almıştır. Irak'ın diğer kesimlerinde kuzeyde Kerkük'te Türkmenler Türkiye ile olan bağlarını koparmamakta, yine Musul yöresindeki Arap aşiretleri Türkiye'ye olan bağlılıklarını her fırsatta ilan etmektedirler. Daha güneyde ise Araplar ikiye, hatta üçe bölünmüştür, bir kısım Araplar Sünni inanışını sürdürürken, diğerleri Şii inancına sahiptir. Şii Araplar da aralarında İran yanlısı, Irak yanlısı diye ikiye bölünmüşlerdir. Sözün kısası devlet boşluğu Irak'ta da devam etmektedir.
Bu ortada İran'ın Şii ve Nusayri kesimler üzerindeki etkisi tartışılmaz olmakla beraber diğer kesimleri toparlayabilecek ve burada bir barış ortamı yarattıktan sonra güneye, diğer Arap ülkelerine ve Afrika'ya açılabilecek tek güç olarak Türkiye görülmektedir. İşte bunun için ülkemizdeki Suriyelilerle kavga etmemiz istenmekte, hatta Trabzona gelen ve hiçbiri de Suriyeli olmayan Arap turistleri göstererek Trabzon işgal altında diyebilecek kadar anlamsız kışkırtmalar yapılmaktadır. Müşterilerin yarıdan fazlasının Arap olduğu bazı güney şehirlerimizde CHP'li belediyeler Arapça işyeri tabelalarını sökerek sözde milliyetçilik gösterisi yapmaktadırlar.Suriyeliler çalıştıkları işyerlerinde sigorta primi ödemekte ve bunun karşılığında diğer sigortalı çalışanlar gibi sağlık hizmeti almaktadır. Ama birileri devletin Suriyelilere baktığı yalanının sürekli tekrarlamaktadır.
Gelelim Doğu Akdeniz'e. Türkiye'yi Akdeniz'e çıkamaz hale getirmek için çok çaba gösterilmiştir. Yunan karasuları Meis Adasını da ana kara kabul etmek suretiyle tüm Akdeniz' i kapsayacak şekilde genişletilmiş, devletimiz buna cevap olarak Libya ile münhasır bölge anlaşması yaparak bu oyunu boşa çıkarmıştır. Libya ile yaptığımız bu anlaşmanın bir başka yararı daha olmuş, İsrail'in Doğu Akdeniz'den çıkardığı gazı Akdeniz altından bir boru hattı ile Yunanistan üzerinden Avrupa'ya taşıma hayali suya düşmüştür. Zira böyle bir proje için Türkiye'nin onayını almak durumunda kalacaklardı. Üstelik bu projenin çok masraflı olması nedeniyle şimdi İsrail çıkardığı gazı Ceyhan üzerinden Avrupa'ya gönderme planları yapmaktadır. Böylelikle İsrail-Yunanistan ve tabii ki Fransa ve ABD'nin ortak olacağı bir birliktelik doğmadan ölmüştür. İlginçtir ki Suriyeliler gitsin diye bağıranlar bu sefer de Libya'da ne işimiz var, Mehmetçik Libya çöllerinde ölüme gidiyor diye seslerini yükseltmişlerdir.
Gelelim şimdi hiç gündemden düşmeyen Ege Adaları meselesine. Bu konuda önüne gelen konuşuyor. Ama işin aslını bilen yok. Biz Ege Adalarının bir bölüm olan 12 adaları 1912 Türk-İtalyan savaşı sonunda kaybettik. Bu adalar İtalyanlara verildi. Ege denizindeki diğer adalar ki, kaya parçaları ile birlikte sayılarının 125 bin civarında olduğu söyleniliyor, peyderpey elimizden çıkmış, Yunanlıların eline geçmişti. Şimdi ortalıkta birileri konuşuyor : "Biz Kurtuluş Savaşında Yunanı denize döktük, ama adaları onlara bıraktık". Onlara soralım : "Bizim asker yüzerek mi gidip o adaları Yunanlılardan alacaktı?" diye. Kaldı ki o sıralarda İngiliz ve Fransızlar Boğazları ellerinde tutuyorlardı. Onların güvenliği içinde İngiliz donanması adalarda cirit atıyordu.
1923 yılında yapılan Lozan Anlaşmasıyla adalar sorunu çözüldü. Zaten İtalyanların elinde olan 12 ada mülkiyeti Milletler Cemiyetinde kalmak üzere İtalyan idaresine bırakıldı. Diğer Ege adaları ise İmroz ve Bozcaada dışında Yunanistanın oldu. Türkiye'nin üzerinde çok az sayıda Türk yaşayan bu adalar için de fazla bir talebi olmadı. Ancak Anadolu için tehlike olacağı gerekçesiyle bu adaların silahlandırılmasına yasak koyuldu.
Ancak bir sorun kalıyordu. Adalar Yunanistan'a bırakıldığında bunların doğal uzantısı olan ve üzerinde yerleşim bulunmayan, ekonomik değeri de olmayan adacıklar da uluslararası deniz hukukuna göre Yunan toprağı sayılıyordu. Bu durumda Ege Denizinin tamamı Yunan karasuları olarak kabul edilecekti. Karadeniz ile Akdeniz arasındaki su yolunu Yunanistan'ın insafına bırakacak bu durumu hiçbir ülke kabul etmedi. Sonunda bir orta yol bulundu. Bu ufak adacıklar sahipsiz bırakılacak, böylece Ege'de deniz trafiğine açık iki adet uluslararası kanal oluşturulacaktı.
Yunanistan uzunca bir süredir bu adacıkların üzerine sahip çıkacakmış görüntüsü veren bir takım inşaat malzemeleri yığıyor, ara sıra gidip bazılarına bayrak dikiyor, papazlar yollayıp takdis ediyor. Tabi ki bu hareketlerinin hukuki değeri olmadığı gibi fiili bir sonucu da yok. Amaç kışkırtmak. Fakat bu arada on binlerce ABD ve Fransız askeri ve tonlarla malzeme sınırımızın dibinde Yunanistan'ın Dedeağaç kentine yığıldı. Ne olmuştu? Yunanistan'a bir tehdit vardı da bizim haberimiz mi yoktu?
Yine bir süredir Türkiye'de belirli bir grup adaların elimizden gittiğini, Yunanlıların bütün adalara sahip çıktığını, yakında bu adalar üzerinden tüm Türkiye'yi işgal edeceğini söyleyerek hükümete sesleniyor : "Ne duruyorsunuz, adalar elden gidiyor, yakında Anadolu'da elden gidecek". Resmi görmemek için aptal olmak gerek. Önce Türkiye'yi Yunanistan'a karşı kışkırtacaksın. Türkiye oltaya gelip de Yunanistan'a saldırırsa Dedeağaç'ta bekleyen ABD ve Fransız kuvvetleri barışı sağlamak için İstanbul'a doğru yürüyüşe geçecek, Batı Sevr ile beceremediği Anadolu işgalini tamamlayacak.
Bir soru: "Suriyeliler gitsin, Libya'da ne işimiz var?,Ne duruyorsunuz, adalar elden gidiyor" diyenler neden hep aynı kişiler acaba?