Eskiden gecekondular vardı. Köyden şehire göç olayının yoğun olduğu 1950 li yıllarda başta İstanbul olmak üzere bütün büyük şehirlerimizin varoşlarında derme çatma binalar türedi. Taşradan gelen vatandaşlar boş buldukları arazilere gece vakti getirdikleri malzemeyle tek odalı, harabe şeklinde binalar yapaya başladılar. Amaçları şehirde barınacak bir yer sahibi olmaktı. Bu işi gece yapmaktan amaç ise belediye çavuşlarına yakalanmamaktı. Kondu bir kere bittikten, içine de insan oturduktan sonra yıkması yasal olarak çok zordu.
Böylece bu yapıların ismine gecekondu dendi. Bu gecekondular seçimden seçime çıkan afla birlikte çoğaldı, yenilendi, üstüne kat çıkılarak apartman haline dönüştü. Şimdi de depremde yıkılma tehlikesi olduğu için kentsel dönüşüm adı altında yıkılmaya başlandı. O tarihlerde hiçbir yetkili "Yahu, biz bunları nasıl olsa affedeceğiz, devletin toprağında yaptıkları bu köhne yapıları onlara ufak bir ceza keserek bağışlayacağız. Bari bunların eline birer plan, proje verelim, bölgenin alt yapısını da hazırlayalım. Hem düzgün bir şey olur hem de başımız ağırmaz. Oysa oy, onlar yine bize oy verir" diye düşünmediler. Belki de düşünmek istemediler. Çünkü yapı kaçak olursa her zaman için vatandaşın ensesine binip "Dikkat et. Arada sırada beni gör. Ben de seni görmezden geleyim" deme şansı vardı. Ama yapılan yasal olursa böyle konuşamayacaklardı.
Bu siyasi gelenek yetmiş seksen yıldır bütün yöneticilerde, bütün siyasilerde köklenerek devam etti. Günümüze geldiğimizde ise büyük şehirlerin çevresinde kamuya ait alan kalmadı. Artık gecekonduculuk çoğu yerlerde biçim değiştirerek sürmeye devam ediyor. Siyasiler de bu yeni tür gecekonduculuğun gereklerini yapabilmek için uyum sağlama çabasındalar.
Özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarındaki sahil şehirlerinde turizm hareketliliği son yıllarda oldukça canlandı. Bu hareketlilikle birlikte insanların konut tercihleri de değişti. Parası bol zengin insanlar bütün yıl değilse bile yazları bu bölgelerde doğa ile baş başa villa tipi konutlarda geçirmek istiyorlar. Böylece konut piyasasında bir farklılık oluştu. Çok katlı apartmanların yanı sıra tek veya iki katlı, bahçe içinde, tercihan yüzme havuzlu villalara talep arttı. Konut üretimi de bu yönde bir değişim gösterdi.
Bu kış şubat ayından itibaren ise villa talebi katlanarak arttı. Maraş depremi sonrası çok sayıda vatandaşımız Batı illerine göç etmek zorunda kaldı. Bu nedenle kiralık konut fiyatları önemli ölçüde arttı. Buna enflasyon etkisi ve konut sahiplerinin iştihası da eklenince kiralar üçe beşe katlandı. Kiraların bu kadar yükseğe çıkması yeni, bir kiralama yöntemi doğasına kapı açtı. Sahil şehirlerimize tatillerini geçirmek için gelen bir kısım turistler otelde kalmak yerine villalarda kalıyor. Otelde kişi başı gecelemenin en az 1000 lira civarında olduğu düşünülürse dört kişilik bir aile on günlük tatil için 40 bin lirayı gözden çıkarmak zorunda. O zaman aynı aileye on günlüğüne 20 bin liraya bir villa katı kiralarsın, olur biter. Alan razı, satan razı. Boşluğu da hesapla aylık 50 bin lira kira geliri olur. Üstelik bu işi kayıt dışı yapmayı becerebiliyorsan vergisi, algısı, başkaca bir sorumluluğu yok.
Kazanç bu kadar tatlı olunca tüm sahil bölgelerinde bir villa inşa çılgınlığı başladı. Fethiye'de seralar söküldü, başka ilçelerde meyve bahçeleri söküldü yerlerini villalar aldı. Bunların çoğu plansız, projesiz ve kaçak tabii ki. Belediyeler böyle bir saldırıya henüz hazır değiller. Hoş hazır olsalar da bu durum bazı siyasilerin ve yetkililerin işine geliyor. Durumdan vazife çıkararak "Sen beni gör, beni seni görmeyeyim" diye mesajı çekiyorlar. Anlayana.
Bu komediyi biz yıllardır Kayaköyünde izlemekteyiz. Bu bölgemiz de iklimi ve doğası nedeniyle zenginlerin kafa dinlemek, tek katlı lüks konutlar yapmak için tercih ettikleri bir yer. Adam araziyi satın almış,üstüne rahatlıkla yaşayacağı, düzgün, doğaya uygun bir yapı kondurmak istiyor. Belki de bahçesine bir havuz yapacak, geri kalan kısmında sebze meyve yetiştirip kendini avutacak. Ama nedense Kayaköyüne yıllardır bir imar planı yapılmıyor. Yapılanlar ise görünmez eller tarafından itiraz edilip sürüncemede bırakılıyor. Tabii yine "sen beni gör, ben seni görmeyeyim" siyaseti devreye giriyor.
Bunun yanı sıra eski Rum evleri giderek yıkılıyor, yakında moloz yığınına dönüşecek. Biz zamanında önermiştik; devlet bu bölgeye bir restorasyon planı yapar. Evleri de toplu olarak veya tek tek isteyen kişilere turistik işletme yapma şartıyla 100 veya 50 yıllığına ücretsiz tahsis eder. Kiracı bu evlerin plana uygun bir şekilde restorasyonu ile sorumlu olur. İş bitince de buraları, ama bu sefer villakondu olarak değil, yine kısa süreli turistlere kiralar. Fena mı olur.