I. Dünya Savaşını kaybettik. Elimizde sadece Anadolu toprakları kaldı. Yetmedi dediler, Yunanı üzerimize saldılar. Beceremediler, geldikleri gibi gittiler. Ama elde, avuçta bir şey kalmadı. O zamanlar dünyanın tek hakimi İngilizle anlaşmak zorunda kaldık. Biz onun dünya üzerinde sömürü ve baskı yapmasına karışmayacaktık, o da buna karşılık Anadolu'da bizi rahat bırakacaktı.
İşler bir süre böyle gitti. Sonra devran değişti, Avrupa'da Almanya, Rusya, İtalya yeni güçler olarak ortaya çıktı. Atatürk durumu fırsat bildi, yaptığı Montrö Anlaşmasıyla Boğazları İngilizlerin elinden kurtardı. Fransa, karşısında güçlenen Almanya'dan tir tir titriyordu. Atatürk bunu da fırsat bildi Hatay'ı tek kurşun atmadan topraklarımıza kattı.
Sonra II. Dünya Savaşı çıktı. Sonunda iki kutuplu bir dünya oluştu. Bir tarafta ABD, diğer tarafta Sovyetler. Diğer ülkelere bunlardan birinden birinin kucağına oturmak görevi düşüyordu. Biz ABD'nin kucağına oturmayı uygun gördük. Bu iş 50 yıl böyle sürdü. Ne zaman bir şeyler yapıp kabuğumuzu çatlatmaya kalksak hemen darbeler, öğrenci olayları, mezhep çatışmaları ile önümüz kesildi. O da yetmemiş olacak ki ülkemizin Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizi kopartmak için PKK terör örgütünü kurdular . Meydana gelen çatışmalarda 40 yıl içinde 50 bin vatandaşımızın hayatını kaybetti.
2002 yılından sonra Ak Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte PKK ile mücadele şiddetlendi. Artık bugün yurt içinde PKK eylem yapamaz hale geldi. Bu süre içinde Irak Kürdistan yönetimi ile yapılan anlaşmalar sonucu silahlı kuvvetlerimiz Irak içinde de ilerleyerek yaklaşık 50 kmlik derinlik boyunca sınırımızı terör örgütünden temizledi.
Ancak Suriye'de işler istediğimiz gibi gitmedi. Arap, Türkmen ve Kürtlerden oluşan Suriye devletinde uluslaşma süreci oluşamamıştır. Oluşması da düşünülemez. Azınlıkta bulunan Nusayri Araplar, ki bunlar farklı bir Şii mezhebidir, yönetimi elde tutmakta ve diğerlerine hayat hakkı tanımamaktadır. Bunun sonucunda çoğunluğu Sünni Arap ve Türkmenlerden oluşan muhalefet grubu iktidardaki Esat rejimine karşı silahlı hareket başlatmış, tam başarıya ulaşacağı sırada ABD'nin gizli desteğiyle kurulan sözde İslami DEAŞ örgütü muhalefet hareketini parçalamıştır. Arkasından ABD DEAŞ ile mücadele ediyorum gerekçesiyle PKK'nın Suriye kolu olan PYD'yi kurarak onu muazzam bir silah takviyesiyle desteklemiştir.
Bunun sonucunda bir kısmı Esat yönetiminden, bir kısmı da PYD teröründen kaçan yaklaşık 10 milyon üzerinde Suriye vatandaşı komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır. Daha sonra Türkiye'nin yaptığı çeşitli askeri harekatlarla Suriyenin kuzeyinde kurtarılmış bölgeler oluşturulmuştur. Şu an Suriye toprakları içinde yaklaşık 5 milyonu İdlip ve Türkiye kontrolundaki bölgelerde, 3 milyon kadarı PYD bölgesinde Suriyeli bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye'de 4 milyon, Ürdün ve diğer komşu ülkelerde ise 1 milyon kadar Suriyeli göçmen vardır.
Yapılan bir hesaplamaya göre 22 milyon Suriye nüfusunun yaklaşık yarısı Esat hükümeti dışındaki bölgelerde yaşamaktadır. Böyle bir topluluğa devlet denilemeyeceği de aşikardır. Oluşan bu boşluk PYD aracılığı ile ABD ve Esat aracılığı ile Rusya tarafından doldurulmak istenmekte, ama boşluğu doldurmaktaki esas hak sahibi Türkiye'ye gelince yaygaralar başlamaktadır.
Son zamanlarda ülkemizde oluşan Suriyeli, ve genelindeki Arap düşmanlığını laikçi kesimlerin İslam karşıtlığına bağlamak doğru olmaz. Burada Batılı ülkeler tarafından uygulanmak istenilen bir kuşatma politikası vardır. Türkiye'nin Arap dünyasıyla buluşması, giderek bunun üzerinden Afrika'ya açılması Batılıların uykularını kaçırmaktadır. Petrol zengini Arap ülkeleri yavaş yavaş AB ve ABD'teki yatırımlarının bir kısmını Türkiye'ye kaydırmaktadırlar. İngiliz ve Alman bankaları bu hareketlenmeden ciddi ölçüde rahatsızdır. Afrika'da Fransa'nın peş peşe aldığı yenilgiler ve gelecekte Türkiye ile birlikte Rusya'nın bu kıtada söz sahibi olması Batı'nın çöküşünün kanıtlarıdır.
İşte Batı bu çöküşü durdurmak, hiç olmazsa geciktirmek için Türkiye'nin güneyine düşmanlardan oluşan bir set çekmek istemektedir. PYD'nin kurulup desteklenmesinin ve yaratılmak istenilen Suriyeli ve Arap düşmanlığının temel nedeni de budur.
Gelecek yazımızda biraz da ülkemizdeki Suriyelilerden söz ettikten sonra Doğu Akdeniz ve Yunanistana uğrayacağız.