İslam inancına göre Kur'an-ı Kerim, Allah'ın insanlığa gönderdiği son ve mükemmel kitaptır. Ancak Kur'an'ın doğru bir şekilde anlaşılması ve hayata geçirilmesi, yalnızca metnin lafzi okunuşuyla sınırlı değildir. Sünnet ve hadisler, Kur'an'ın anlaşılmasında vazgeçilmez bir rol oynar. Bu makalede, sünnet ve hadislerin Kur'an'ı anlamadaki kritik önemi ve bunların yokluğunda Kur'an'ın doğru tefsirinin mümkün olamayacağı detaylı bir şekilde incelenecektir.
Kur'an-ı Kerim, birçok konuda genel ilkeler sunar ve detayları Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in sünnetine bırakır. Namaz, zekat, oruç gibi temel ibadetlerin nasıl yerine getirileceği Kur'an'da tam olarak açıklanmaz. Örneğin, namazın kılınış şekli, rekât sayıları, okunacak dualar gibi detaylar Kur'an'da yer almaz. Bu detaylar, Peygamber Efendimizin sünneti ve hadisleri aracılığıyla bizlere ulaşmıştır. Sünnet olmadan, namaz sadece mücerret bir duadan ibaret kalır, zira tekbirle başlayan, rükusu, secdesi, kıyamı ve kıraati olan, sonunda selamla biten bir namazın detayları ancak sünnet sayesinde öğrenilebilir. Bu durum, diğer ibadetler ve yaşamın diğer alanları için de geçerlidir.
Dolayısıyla, sünnetsiz bir Kur'an anlayışı, kişinin kendi keyfine göre yorumladığı ve dolayısıyla hatalı bir anlayışa yol açabilecek bir Kur'an anlayışıdır. Peygamber Efendimizin bir hadisinde belirtildiği gibi, "Kur'an kişinin lehinde ve aleyhinde hüccettir." Eğer Kur'an, sünnetten bağımsız, salt akıl ve heveslerle yorumlanırsa, bu anlayış kişinin aleyhine bir delil olabilir. Ancak Kur'an, sünnetle beraber ve sünnetin rehberliğinde anlaşılırsa, o zaman Kur'an kişinin lehine bir delil olacaktır. Bu nedenle, sünnetli Kur'an lehimize delilken, sünnetsiz Kur'an aleyhimize bir delil olarak kabul edilmelidir.
Kur'an'ı anlamanın yanı sıra, O'nu doğru bir şekilde okumak için bile sünnete ihtiyaç vardır. Cenabı Hak, "Kur'an'ı tertil ile okuyun" buyurur. Ancak Kur'an-ı Kerim'de tertili ve tecvidi açıklayan ayetler bulunmaz. Tertil ve tecvid, Peygamber Efendimizden ve O'nun yolundan giden alimlerden öğrenilmiştir. Kur'an'ın melodik ve doğru bir şekilde okunması, dilbilgisi kurallarına uygun olarak telaffuz edilmesi gibi hususlar, sünnetin ve hadislerin aktarımıyla günümüze ulaşmıştır.
Büyük müfessir İbni Kesir, bu konunun önemini şu sözlerle vurgular: "Rasûlullah, Allah’ın kitabından Cibril’in kendisine öğrettiği miktarda tefsir ederdi." Bu ifade, Kur'an'ın gerekli olan kısımlarının bizzat Allah'ın dilemesi ve öğretmesi ile Peygamber Efendimiz tarafından açıklanması gerektiğini belirtir. Bu nedenle, Kur'an'ı anlamak için Rasûlullah'ın açıklamalarına başvurmak zorunludur. Aksi bir iddia, Allah'ın muradının aksini iddia etmek anlamına gelir.
Mütearrif bin Şihhir'in şu sözleri de konuyu net bir şekilde ortaya koymaktadır: "Vallahi biz Kur'an-ı Kerîm’in bir mukabili olduğunu söylemiyoruz ama Kur’an’ı her bakımdan bizden daha iyi bilen Peygamberin olduğunu söylüyoruz.” Bu sözler, Kur'an'ın eşsizliğini kabul etmekle birlikte, Peygamber Efendimizin Kur'an'ı anlamadaki otoritesini ve derin bilgisini vurgulamaktadır.
İmam Kurtubi, El Camiu li Ahkamil Kur'an adlı tefsirinin mukaddemesinde şu önemli tespitlerde bulunur: “Diğer taraftan yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'in mücmel bölümlerini beyan etmeyi, müşkil olanlarını açmayı, ihtimalli olanın asıl anlamını açıklamayı yüce Rasûlu Muhammed (s.a)'e bırakmıştır. Böylelikle Peygamber (s.a), risâleti tebliğ etmek göreviyle birlikte Kur'ân'ı anlama ve Kur'ân'ın anlaşılması konusunda da başvurulacak makamda olmak üstünlüğünü haiz olmuştur. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Biz, sana bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik ki, insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın". (en-Nahl, 16/44).
Bu ayet, Peygamber Efendimizin Kur'an'ı açıklama ve tefsir etme görevini açıkça belirtmektedir. Ayet, Kur'an'ın doğru anlaşılması için Peygamber Efendimizin açıklamalarına başvurmanın zaruri olduğunu vurgular.
İmam Kurtubi devamında şunları belirtir: "Diğer taraftan Rasûlullah (s.a)'dan sonra Kur'ân'ın dikkat çektiği anlamları çıkartmak, işaret ettiği esasları tesbit etmek yetkisi mütehassıs ilim idamlarına verilmiştir. Onlar, Kur'ân üzerinde ictihad ederek neyin anlatılmak istendiği ilmine ulaşırlar. Bununla da başkalarından ayrı ve farklı bir konuma yükselirler ve ictihad etmeleri sebebiyle özel bir ecir alırlar. Bu konuda da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah, sizden iman edenleri ve (özellikle de) kendilerine ilim verilenleri dereceler ile yükseltsin". (el-Mücadele, 58 11).
Bu ifadeler, Peygamber Efendimizden sonra alimlerin Kur'an'ı anlama ve tefsir etme konusundaki rolünü vurgulamaktadır. Alimler, Kur'an üzerinde derinlemesine çalışmalar yaparak, Kur'an'ın anlamını ve mesajını ortaya çıkarma görevini üstlenmişlerdir.
İmam Kurtubi'nin şu tespiti, konuyu özetlemektedir: "Buna göre Kitap, asıldır. Sünnet-i seniyye onun bir açıklaması (beyanı)dır. İlim adamlarının Kur'ân'dan çıkardıkları hükümler (istinbatlar) Kur'ân için bir açıklama, bir beyandır.” Bu sözler, Kur'an'ın temel kaynak olduğunu, sünnetin ise bu kaynağın açıklayıcısı ve yorumlayıcısı olduğunu ifade etmektedir.
Başlangıçta hadisin, Hz. Peygamber’in sözlerini, sünnetin ise, fiil ve uygulamalarını ifade etmek için kullanılması, hadisi sünnetten ayrı düşünmek için yeterli değildir. Zaten sünnet, hadis kitaplarında gördüğümüz hadis metinleri değil, onların ifade ettiği mânalardır. Hadisler, sünnetin sözlü ve yazılı kayıtlarıdır ve sünnetin anlaşılması ve uygulanması için vazgeçilmez bir araçtır.
Sonuç olarak, sünnet ve hadisler olmaksızın Kur'an'ı anlamak mümkün değildir. Kur'an, birçok konuda genel ilkeler sunar ve detayları Peygamber Efendimizin sünnetine bırakır. Sünnet ve hadisler, Kur'an'ın doğru bir şekilde anlaşılması, yorumlanması ve hayata geçirilmesi için temel bir gerekliliktir. Sünnetten bağımsız bir Kur'an anlayışı, hatalı ve kişisel yorumlara yol açabilir. Bu nedenle, Kur'an'ı anlamak ve hayata geçirmek isteyen her Müslümanın, sünnet ve hadisleri de dikkate alması gerekmektedir. Kur'an'ın doğru tefsiri ve anlamı, ancak sünnetin rehberliğinde mümkün olabilir.