İslam dininin beş temel şartından biri olan namaz, müminin Rabbine olan kulluk bağının en kuvvetli ifadesi, ruhunun yüceldiği bir miraç ve kalbinin huzurla dolduğu bir tecelligâhtır. Namaz, salt bir ritüelden ibaret olmayıp, kulun Allah ile arasındaki perdenin kalktığı, O'nunla en yakın irtibatı kurduğu müstesna bir andır. Bu ibadetin ulviyeti, Cenâb-ı Hakk'ın namazını ikame eden kuluyla iftihar etmesiyle taçlanmaktadır. Bu büyük fazilet, asırlar boyunca hadis külliyatında, İslam alimlerinin kıymetli eserlerinde detaylı bir şekilde işlenmiş, namazın insan ruhu üzerindeki derin etkileri ve ahiret hayatındaki mükafatı açıkça belirtilmiştir. İmam Gazali'nin eşsiz eseri İhya-u Ulumi'd-Din'de yer alan rivayetler, namaz kılan müminin Allah katındaki yüksek değerini gözler önüne sermekte, bu ibadetin ne denli kıymetli olduğunu bir kez daha vurgulamaktadır.
Hadis-i şeriflerde beyan buyurulduğu üzere, kul namaza durduğu anda, dünya hayatının telaşesinden sıyrılıp, âlemlerin Rabbi olan Allah Celle Celalühü ile arasındaki maddi ve manevi engeller kalkar. Bu an, müminin dünya üzerinde yaşayabileceği en yüce manevi deneyimdir. Namaz, kulun Allah'a en yakın olduğu, O'nun rahmetine en çok mazhar olduğu bir fırsattır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hususu şu mübarek sözleriyle ifade etmiştir: "Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir." (Müslim, Salat, 215) Bu yakınlık, müminin kalbini tarifsiz bir huzurla doldurur, onu dünyevi kaygılardan, nefsinin vesveselerinden ve şeytanın aldatmalarından uzaklaştırır. Secdede kul, varlığının küçüklüğünü idrak ederken, Allah'ın azametini ve sonsuz kudretini tefekkür etme imkanı bulur.
Namaz kılınan mekanlar, sadece kulun ibadet ettiği bir alan olmaktan öte, meleklerin iştirakiyle adeta nurani bir atmosfere dönüşür. Rivayetlere göre, namaz kılan bir müminin etrafı, omuz hizasından arşa kadar semayı dolduran meleklerle kuşatılır. Bu melekler, kul ile birlikte namaz kılar, onun huşusuna ortak olur ve onun yaptığı dualara "âmin" diyerek destek olurlar. Bu durum, namazın sadece bireysel bir ibadet olmadığını, aksine tüm kâinatın bu yüce ibadete bir nevi iştirak ettiğini gösterir. Meleklerin amin demesi, kulun dualarının kabulüne işaret eder ve ona büyük bir moral ve motivasyon kaynağı olur.
Namaz kılan bir kimsenin üzerine göklerin ortasından rahmet yağar. Bu rahmet, baştan ayağa kadar mümini kuşatır ve manevi bir arınma, temizlenme sağlar. Günahları siler, kalbi cilalar ve ruhu yeniler. Allah'ın bir münadisi, namazın önemini ve huşu içinde kılınmasının gerekliliğini şu hikmetli sözlerle ifade eder: "Eğer şu münacaat eden kul kiminle konuştuğunu bilseydi, gözleri sağa sola kaymazdı." Bu ifade, namazda huşu içinde olmanın, dikkatin dağılmaması ve kalbin tamamen Allah'a yönelmesinin ne kadar önemli olduğunu vurgular. Namazda gaflete düşmek, bu büyük fırsatı kaçırmak anlamına gelir. Göklerin kapıları namaz kılanlar için açılır ve dualar bu vesileyle kabul olunur. Zira namaz, duaların kabulü için en uygun zamandır.
Ancak belki de en dikkat çekici ve mümini en çok onurlandıran nokta, Cenâb-ı Hakk'ın namaz kılan kuluyla meleklere karşı iftihar etmesidir. Bu, bir kul için ulaşabileceği en büyük şereftir. Tıpkı bir babanın başarılı, ahlaklı ve erdemli evladıyla gurur duyması gibi, Allah da kendisine ihlasla ibadet eden, emirlerine itaat eden kullarıyla övünür. Bu iftihar, kulun Allah katındaki değerini, O'nun nezdindeki kıymetini gösterir.