İnsanın varoluşu, yaratılış hikmetleri ve evrensel değerleri göz önüne alındığında, dini, mezhebi veya milliyeti ne olursa olsun, her bireyin Allah katında eşit bir değere sahip olduğu gerçeği ön plana çıkmaktadır. İnsan, yaratılış açısından kendine has özelliklerle donatılmış, en şerefli varlık olarak yüceltilmiştir. Bu gerçeği anlamak, sadece bireysel bir bakış açısı geliştirmekle kalmayacak, aynı zamanda toplumsal huzur ve kardeşliğin tesisine de katkı sağlayacaktır.
İslam dininin öğretisi çerçevesinde, insanın eşitliği ve saygı değeri üzerine pek çok nasihatte bulunulmuştur. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bir cenaze geçerken ayağa kalkmasıyla bu konuda önemli bir mesaj vermiştir. Sahabelerin, “Ey Allah’ın Rasûlü, o geçen cenaze bir Yahudi cenazesidir,” şeklindeki ifadeleri karşısında, “O da bir can, bir insan değil mi?” buyurarak, ırk ve din ayrımı gözetmeksizin her insanın değerine sahip çıkılması gerektiğini vurgulamıştır. Bu hadis, insana saygının, ne olursa olsun, evrensel bir hak olduğuna dair güçlü bir delildir.
İslam, insanı tanıma ve anlama açısından derin bir bakış açısı sunar. Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz ki Allah, Âdem’i kendi sureti üzerine yarattı” ifadesi, insanın yaratılışındaki özelliği gözler önüne sermektedir. Bu yaratılış, sadece fiziksel bir benzerlik değil, ruhsal ve ahlaki bir derinlik de ifade etmektedir. İnsan, akıl, irade, konuşma, işitme, görme gibi birçok nitelikle donatılmıştır. Burada vurgulanan önemli nokta, bu özelliklerin Allah’ın sıfatlarından alındığıdır. Yüce Allah, insanı en güzel biçimde yaratmış ve ona kendi ruhunu, hikmetini, sevgisini işlemiştir.
Bu durum, insanın sosyal, kültürel ve dini kimliğinden bağımsız olarak değerini yükselten bir unsurdur. İnsanlık tarihi boyunca farklı dinler ve mezhepler, insanların varlığını farklı algılama biçimlerine neden olmuş olsa da, bu farklılıklar insanın değerini azaltmaktan ziyade, zenginleştiren unsurlar olarak anlaşılmalıdır. Her birey, kendine has özellikleriyle bu çeşitliliğin içindeki bir parça olarak varlık göstermektedir.
Yunus Emre’nin “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm,” sözü, insanın özdeki güzelliğini ve derinliğini çok güzel bir şekilde ifade etmektedir. Bu ifade, insanın yalnızca dış görünüşüne değil, ruhsal ve içsel değerlerine de odaklanılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu noktada, insanın ahlaki vasıfları ve karakteri, onun yaratılışındaki en önemli ögeler arasında yer alır. İnsanın değerini belirleyen, dini veya mezhebi değil, insanlık vasfıdır.
Tefsir alimlerinden Kurtubi’nin ifadeleri de bu konuda oldukça anlamlıdır. “Allah, insandan daha güzel bir varlık yaratmamıştır. Çünkü onu hayat sahibi, âlim, kadir, irade eden, konuşan, işiten, gören, düşünen ve hikmet sahibi bir varlık olarak yaratmıştır,” demekte, bu da bize insanın yaradılışına yüklenen anlamı derinlemesine anlamamız için bir temel sağlar. Her insan, bu sıfatlarla donatılmış olarak Yüce Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi konumundadır.
Netice olarak söylemek gerekir ki, insanlık, dini, mezhebi ve milliyeti ne olursa olsun, her bireyi eşit gören bir anlayışla yükselmeli ve gelişmelidir. İslam dini, bu eşitliği sağlamak için saygı ve sevgi temelli bir yaklaşımı benimsemeyi öğütlemektedir. Dini ve mezhebi farklılıkların, sosyal barışı ve kardeşliği zedelemesine asla müsaade edilmemelidir. Aksine, bu farklılıklar, insanlığın ortak paydasını oluşturacak zenginlikler olarak değerlendirilmelidir. Her insan, Allah katında değerli ve saygıya layık bir varlıktır. Unutulmamalıdır ki, insanın değeri, yaradılışından, ruhundan ve karakterinden gelmektedir; bu nedenle, her insan, saygı ve sevgiye layıktır.