Küfür, toplumda sıklıkla tartışılan bir kavramdır ve anlamı derinlemesine incelendiğinde, insanoğlunun varoluşu hakkında önemli gerçekleri ortaya koyar. Küfür, yalnızca bir inançsızlık hali değil, aynı zamanda nankörlük olarak da tanımlanabilir. Gecenin karanlığına ve gündüzün aydınlığına benzer şekilde, bu kavramlar da insanın Allah’a karşı tutumunu yansıtmakta ve onun nimetin kıymetini bilmediğini göstermektedir.
Allah, insanı yaratmış ve ona sayısız nimetler vermiştir. Ancak bazı insanlar bu nimetleri inkar ederek, yaratıcılarının varlığını ve onlara sunduğu güzellikleri hiçe sayma cüretinde bulunmaktadırlar. Bu tutum, yalnızca bir inanç kaybı değil, aynı zamanda yüceltilmesi gereken bir lütfa karşı duyulan nankörlüktür. Hayatın kendisi bir nimettir ve bu nimetin farkında olmamak, insana sunulan tüm güzellikleri ve fırsatları göz ardı etmek anlamına gelir.
Kur'an-ı Kerim, bu konuda insanların tutumlarına yönelik birçok ayet içermektedir. Örneğin, Abese Suresi’nde, “O kahrolası insan, ne nankördür!” ifadesiyle, yaratılanların şükrünü eda etmemesi çarpıcı bir şekilde dile getirilir. İnsan, kendisini yoktan var eden ve çeşitli nimetlerle donatan Rabbine karşı duyduğu sorumluluğu unutmamalıdır. Aksine, O’na karşı minnet duyması gerekmekte ve bunu şükürle ifade etmelidir.
Allah’ın, “Fezkurûnî ezkurkum ve şkurû li ve lâ tekfurûn” (Bakara 2/152) ayeti, insanın Rabbine olan bağlılığını ve teşekkürünü talep etmektedir. Bu bağlamda, şükretmek yalnızca niyetle değil, aynı zamanda amellerle de gösterilmelidir. İbadet ve itaatle Allah’a yaklaşmak, insanın iç huzurunu artırır ve ona daha fazla nimet kazandırır. İtaatsizlik ise, yalnızca bir nankörlük değil, aynı zamanda o kişinin geleceğini ve ahiretini tehlikeye atan bir tutumdur.
Günümüzde insanlar, akıllı ve yetenekli bireyleri övüp, onlara hayran kalırken, yaratıcının yüceliğini ve ona karşı olan kulluk görevini unutmaktadırlar. Bu nankörlük, insanın kendi yaratılışını ve etrafındaki diğer varlıkları nasıl hor gördüğünün bir göstergesidir. İnsanın gözünde, yaratıcısından daha değerli olan bir nesne bulunması, onu gerçek anlamda bir inançsızlığa ve nankörlüğe sürükler. Zira insan, yaratılışına ve varoluşuna dair en derin bilgileri, ancak kendi yaratılış amacını kavrayarak edinebilir.
Kur'an-ı Kerim’de sıkça tekrar eden bir diğer tema ise, Allah’ın nankörlük eden kimselere karşı olan tutumudur. “Mâ yef’alû min hayrin fe len yükferûhü, vellâhu alîmun bil müttegîn” (Ali İmran 3/115) ayeti, yapılan iyiliklerin asla göz ardı edilmeyeceğini ortaya koymaktadır. Allah, takva sahiplerini ve iyi amellerde bulunanları her zaman bilmektedir. Bu bağlamda, her bir kimsenin gerçekleştirdiği hayırlı ameller, Allah katında karşılıksız bırakılmamaktadır.
İnsan, elindeki nimetlerin değerinin bilincinde olmalı ve bu nimetlerin kaynağını asla unutmamalıdır. Her nimetin bir sahibi, her rahmetin bir vereni olduğunu bilerek yaşamak, insana, hayatının manasını kazandırır. İmansız bir yaşam sürmek, insanın kendi yaratıcısını hiçe sayması anlamına gelirken; buna ek olarak, tüm güzellikleri ve nimetleri yok saymanın da bir nevi cüretkarlık olduğunu unutmamak gerekir.
Mevlana Hazretleri’nin belirttiği gibi, “Yüce Tanrı kendi sanat ve sıfatını göstermek için dünyayı yarattı.” Bu ifade, Allah’ın varlığına ve niteliklerine dair bir anlayış geliştirmede önemli bir yere sahiptir. İnsan, yaratılan her şeyin bir yansıması olan bu dünyada yaşarken, O’na karşı duyduğu minnet ve şükrü asla ihmal etmemelidir.
Sonuç olarak, küfür kavramı, hem bir inançsızlığı hem de bir nankörlüğü ifade etmektedir. İnsan, yaratılışının özünü kavrayarak, kendisine bahşedilen sayısız nimeti unutmamalı ve onları doğru bir biçimde değerlendirmelidir. Allah’a karşı duyulan minnet, hem bireysel huzurun anahtarı hem de toplumsal değerlerin devamlılığı açısından büyük bir önem taşımaktadır. Küfürden sakınmak, nankörlükten arınmak ve her an Allah’a şükretmek, bireyin ve toplumun en büyük erdemlerinden biri olmalıdır.