Şükür, insanlık tarihinin en köklü değerlerinden biri olarak, bireylerin manevi hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle İslam düşüncesinde şükür, yalnızca elde edilen nimetlerin bir karşılığı olarak değil, aynı zamanda insanın varoluşsal bir sorumluluğu olarak mütalaa edilir. Bu bağlamda, İbrahim Ethem ve Şakik Belhî arasında geçen, geçim ve şükür üzerine yapılan tasavvufi bir diyalog, bu konunun derinliğine dair önemli ipuçları sunmaktadır.
İbrahim Ethem’in “Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz!” ifadesi, insanların maddi olanaklarıyla kurduğu ilişkiyi özetleyen basit ve sade bir açıklamadır. İnsanlar genellikle elde ettikleri nimetler karşısında şükretmeyi, kaybettiklerinde ya da sıkıntılı zamanlarında ise sabretmeyi öğrenirler. Ancak, bu yaklaşım, dar bir perspektife sıkışmış bir zihin yapısını yansıtır. Şakik Belhî’nin bu cevap karşısındaki eleştirisi ise, şükür konusundaki derin anlayış ve bilgelik seviyesinin ne denli önemli olduğunu ortaya koyar. Şakik Belhî, “Bu senin yaptığını bizim Horasan’ın köpekleri de yapar” diyerek, yüzeysel bir tanımlamanın ötesine geçmeyi önerir. Onlar, alacaklarını yere koyan ve bulduklarını yiyen basit canlılardır.
Şakik Belhî’nin “Biz bulunca dağıtırız, bulamayınca şükrederiz!” ifadesi, insanın varoluşundaki gerçek manevi derinliği yansıtır. Bu bağlamda, bulunulan nimetlerin yalnızca bireysel olarak tüketilmesi değil, aynı zamanda topluma da fayda sağlanmasının önemini vurgular. Birey, elindekileri sadece kendi refahı için kullanmakla kalmamalı, aynı zamanda başkalarıyla paylaşmalı, toplumda adalet ve dayanışma ruhunu geliştirmelidir. Burada “dağıtmak” kelimesi, sadece fiziksel yollarla elde edilenlerin paylaşılması değil, aynı zamanda bilgi, tecrübe ve erdemlerin de başkalarıyla paylaşılması gerektiğini simgeler.
Şükür, yalnızca bir kelime veya eylem değil; aynı zamanda bir bilinçtir. Şükür etmek, insanın içinde bulunduğu durumu ve sahip olduklarını değerlendirip, bunlar için derin bir minnet hissi beslemesi anlamına gelir. Toplum olarak pek çok zaman, sahip olduklarımıza aldanarak gerçek mutluluğu yakalama yolunda yanlış adımlar atarız. Oysa, sahip olduklarımızın kıymetini bilebildiğimizde, hayatta daha derin bir mutluluk ve tatmin hissi izlenebilir.
İbrahim Ethem ve Şakik Belhî’nin bu sohbeti, şükür ve sabır, paylaşım ve bireysellik arasındaki dengeyi sorgulamakta ve manevi olgunluğun yüksek bir seviyesini göstermektedir. Bu tartışma, bireyler arasında bir kıyaslama yaparak, bireysel çıkar ve toplumsal faydanın nasıl dengeleneceğine dair derin bir farkındalık yaratmaktadır. İki farklı yaklaşımın neticesindeki sonuç, kişinin iç dünyasında taşıdığı manevi olgunluğun ve tüm bunların toplumsal meselelerle olan ilişkisini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, bu değerli diyalogdan çıkartılması gereken en önemli ders, şükür etmenin yalnızca elde edilen şeylerle sınırlı bir davranış olmadığıdır. Hicret, adalet ve insanlık değerleri etrafında dönen bu sohbet, bizlerin yaşam serüveninde karşılaştığımız her türlü durumu, nimet ve zorluk karşısında nasıl bir tutum içinde olmamız gerektiğini göstermektedir. İbrahim Ethem ve Şakik Belhî’nin derin anlayışı, günümüz toplumu için de bir yol gösterici niteliği taşımaktadır. Şükür ve sabır, her ne kadar klasik bir ifadeyle karşımıza çıksa da, insan ilişkilerinin ve manevi yaşamın yeniden biçimlenmesi için sürekli olarak düşünülmesi gereken bir mevzudur. Bu hikaye, bizlere hayatta her daim şükretmeyi, ama bunun yanı sıra bulduklarımızı başkalarıyla paylaşarak sosyal bir sorumluluk içerisinde olmayı da öğütlemektedir.